Yaşadığımız felaketin etkisini kitleler olarak çok çabuk unutabiliyoruz. Oysa felaketlerin alışkanlık haline geldiği ülkemizde unutmamamız gereken sağlıklı ve güvenilir bir çevrede yaşam hakkının dokunulmazlığını sağlamaktır. En temel hak olan yaşam hakkı sadece terör tehditi söz konusu olduğunda gündem olmaktadır.
Oysa ki yaşam hakkı sadece insani bir talebin ötesinde algılanmalı ve gelecek planları bu minvalde kurgulanmalıdır. Sadece felaket sonrası kısa dönemli bir hissiyatla çözülemez sorunlarımız. Çünkü sadece bu kısa dönemlerde canlı yaşamına ve doğanın dengesine daha bir saygı duyarsanız. Bunun sürekliliğinin olması gerektiğini bilmezseniz bu duyarlılığı acı tecrübelerle edinirsiniz.
Ağzınızda ki her lokmanın boğanızdan düğümlenip kaldığını yediğiniz yemekten uyuduğunuz uykudan suçluluk duyduğunuzu ne çabuk unuttuk. Kendimize sığamadığımız böyle zamanlarda oysa bilirsiniz ki hiç suçunuz yoktur yaşananlardan sadece hissiyatınız kalmamıştır göçük altında.
Faylarla boydan boya parçalanmış memleketimde felaketler yaşandıkça sarıp sarmalamaya çalıştığımız insanlığımız alın yazgımız.
Makulü makul zamanlarda yaşamayı öğrensek felaketimiz olmaz bu topraklar. İnsan felaketlerde bile ayrışmayı seçiyorsa daha çok felaketlerin imtihanında yoklanırız.
Bir seçim arifesindeyken yurttaş olarak sorumluluklarımızın bilincinde miyiz?
Yaşadığımız koşullarda biz yurttaşların suçu yok mu?
Doğa her gün değişip dönüşürken siyasetin değişip dönüşmediği bir ortamda yaşamak kaderimiz mi?
Değişim talebimiz var mı?
Değişim sadece isimlerin değişmesiyle mümkün mü?
Biz vatandaş olarak bu günkü koşullarda yaşamayı hak ediyor muyuz?
Soruları çoğaltmamız dahada mümkünken sadece yukarıdaki sorular acil cevap bekleyen hususlar olarak karşımızda büyüyerek devam etmektedir.
Acıların harmanlandığı coğrafyada yaşamanın vermiş olduğu sorumlulukla erdemli olmak ve insani değerleri ön planda tutmak zorundayız.
YORUMLAR