Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Şevki Akdağ

Jeolojiden Sosyolojiye Fay Hatları

Ülkemiz çok zor zamanlarda geçiyor ekonomik sıkıntılar yaşayan vatandaşımızı bir  de deprem felaketi vurdu. Çok insanımızı kaybettik, bir çok aile parçalandı deprem sadece on bir ili etkilemekle kalmadı 81 ilimizde yaşayan yurttaşımızın canını da yaktı. İnsanımızın psikolojisi bir yandan artan deprem korkusuyla bir yandan da deprem felaketini yaşayan insanlarımızın acı ve kederleri ile iyice bozuldu. Elbette ki büyük bir felaket ebetteki Allah bir daha yaşatmasın ama biz aktif fayların bulunduğu bir bölgede yaşayan ülkeyiz. Bir coğrafyacı olarak değinmek isterim ki, Türkiye 3.jeolojik dönemde levha hareketlerinin baskısıyla oluşmaya başlayan 4.Jeolojik dönemde ana hatları ile bu günkü şeklini alan bir ülke. Doğa olayları asla durmaz iç kuvvetler yaparken dış kuvvetler onların ortaya çıkardığını sürekli işler ve değiştirir. Tıpkı insanlar gibi doğada canlı ve her gün yeni şeyler yaşıyor. Yaşadığı bazı şeyler öngörülebilmesine rağmen zaman olarak kestirilemeyebilir. Ancak tıpkı hareketsiz  yaşam tarzı ve sağlıksız beslenen insanların rahatsızlanacağını söylemek genel geçer bir kural ise, herkes bunu bilebilme kabiliyetine sahipse ,doğal olayların yaşanacağını bilmesi de bu anlamda genel geçer bir kuraldır. Yaşanan bu olayların felaketle sonuçlanması daha çok biz insanoğlunun elinde. Tabii ki burada jeoloji veya doğal afet yönetimi konusunda uzmanları dinlemenin gerekliliğini göz ardı edemeyiz.

Aslında jeolojiden sosyolojik  bir takım çıkarımları da yapabiliriz. Bakın jeolojik olarak Anadolu yarımadası kuzeye doğru hareket eden Arap yarımadası ve Afrika blokunun itmesi ile Rusya blokunun kuzeyden sınırlandırması neticesinden sıkışarak kıvrılmış sonuçta bu fay hatları ortaya çıkmış ve bu devinim devam etmektedir. Bu hareket sonucunda her yıl 1cm civarında Yunanistan yarımadası ile Anadolu yarımadası birbirine yaklaşmaktadır. Biz sosyolojik anlamda Avrupa ile aramıza ne kadar mesafe koymaya çalışsakda bizi hem jeolojik hem de sosyolojik olarak baskılayan Arabistan yarımadası(Arap Dünyası) ve Afrika Yarımadası(üzerinde yer alan bir çok Ülke)Avrupa Kıtası ve onun üzerinde yer alan ülkeler ile yakınlaşmamızı zorunluluk olarak önümüze koymaktadır. Bilim ve fende ileri olan batı dünyası hayat standardı ve yaşam koşullarının yüksekliği, vatandaşına sunmuş olduğu hukuk devleti ve demokratik ülke olma koşulları ile de yurttaşımızın ilgisini çekmekte hayalini süslemektedir. Bazılarınızı duyar gibiyim batının özenilecek bir tarafı yok aç ve sefiller hatta biz olmasa idik Avrupa maskesiz kalırdı diye ama hastanelere gittiğinizde kullandığınız çoğu tıbbi cizah yabancı menşeilidir. Solunum cihazını bile daha COVİD döneminde üretebildik. Peki ülkemizde hiç mi iyi şeyler olmuyor? diyen itirazlarınızı duyar gibiyim ancak bende sormak isterim ki ne yani hiç mi iyi şeyler olmasın biz bunu hak etmiyor muyuz? Bizim eleştirilerimizden hareketle  ülkemize olan inancımızı bağlılığımızı sorgulamayı asla kabul edemeyiz.Bir başkasının bunu sorgulama hakkı olmadığını söylerken bizde başkalarını sorgulama  hakkını kendimizde görmeyiz.Bizim her eleştirimiz daha iyiye daha güzele ulaşma arzu ve isteğinin sonucudur.Kimse bizden vatan haini bozguncu çıkaramaz çünkü biz herşeye rağmen bu ülkeye sonsuz sevgi ve sadakat bağıyla bağlıyız. Bu ülkeyi birilerinin tekelinde veya onun öz malı kabul etmeyiz. Türkiye bu ülkede yaşayan seksenbeş milyon insanın ortak değeridir. Bu ortak değere birilerinin bilinçsizce art niyetli veya olmadan zarar vermesini kabul edemeyiz. Ancak Ülkemiz jeolojik olarak fay hatları tarafından kuşatıldığı gibi sosyolojik açıdanda fay hatları ile kuşatılmış durumdadır. Bunu görmek bu tehlikeleri dile getirmek ancak ülkesini canından menfaatinden daha çok seven insanların yapabileceği bir iştir. Günümüz gelişmiş batı dünyası bunu sorumlu yurttaş bilincine sahip insanları ve aktif rol oynayan sivil toplum kuruluşları ile yapmaktadır. Örneğin ABD’de dış politika dahil birçok konu önce sivil toplum kuruluşlarınca tartışılır olgunlaştırılır ve uygulamaya konur. Kimse ortaya sunulan bu önerileri savunduğu için vatansever ya da vatan haini ilan edilmez. Bu nitelendirmeler eleştiriye kapalı kendi potansiyelinin farkında olmayan ülkelerde geri kalmış toplumlarda yapılır. Asıl korkulması gereken ortak gelecek kaygısını ve arzusunu yitirmiş eleştirmekten uzak toplum yapısıdır. Nerde eleştiri ve öz eleştiri var ise orda hareket vardır orda yaşam vardır.

“Demokrasi olanla olması gerekenin çekişmesinden doğarak, bunlar tarafından biçimlenmektedir. Nitekim demokrasi ideali, demokrasi gerçeğini tanımlayamamaktadır. Bir diğer ifadeyle gerçek demokrasi ile, ideal demokrasiyi aynı şey olarak algılamamak gerekir (Sartori 1996: 10-11). Bu bağlamda demokrasi özgürlük ve eşitliğin bir sentezi olarak karşımıza çıktığından, demokrasiden söz edebilmek için ilk etapta halkın özgürleştirilmesi, ikinci etapta ise yetkilendirilmesi gerekmektedir.

Her şeyden önce demokrasi çatışmaların barışçı yollarla çözülmesini kurumsallaştıran bir sistem olduğundan (Erdoğan 2001: 219), uyuşmazlıkları gerilimsiz çözme işini barışçı araçlarla gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla demokratik bir sistemde muhalefetin ve muhalif seslerin ortaya çıkmasına izin verildiği gibi, çatışma çözme süreçleri resmileştirilerek, çatışmadan doğabilecek olumsuzluklar en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Burada medya ise çatışmayı tartışmaya dönüştüren bir araç olarak demokrasiye hizmet eder. Böylece medya vasıtasıyla tatminsizliğin azaltılmasına katkı sağlandığı gibi, şiddete dayalı çatışma ihtimali de en aza indirilmeye çalışılır.”(Metin IŞIK “Medya ve Demokrasi Paradoksu)

Ülkemizde sivil toplum kuruluşu bilinci maalesef yeterince oluşmadığı için çeşitli sorunlar çıkabilmektedir. Ülkemizde ki önemli sosyolojik fay hatları ırk kavramı üzerinde şekillenen Kürt-Türk  ayrımı ile  mezhepler temelli  Alevi-Sunni  ayrışmasıdır. Bunun yanında çeşitli cemaat ve tarikatların ortaya çıkması ile sosyolojik fay hatlarının sayısı artmaktadır. Sosyolojik fay hatları olarak önümüze çıkan bu yapılanmalar demokratik toplum düzenin üzerinde bir taahakküm aracı olarak kullanılmaya çalışıldığında bir zenginlik olmaktan çıkarak demokrasinin gelişmesini ve kurumsallaşmasını engellemektedir. Bu konuda denetim mekanizmasını yerine getiren yazılı ve görsel basına önemli görevler düşmektedir. Gerek bu gurupların gerçek niyetlerinin kitlelere anlatılması gerekse yurttaşın bilgi alma hakkının sağlanması için bağımsız ve özgür basına sahip olmak son derece önemlidir. Bu noktada çokça eleştirdiğim ancak bir konuda hakkını teslim etmem gereken Rahmetli Turgut ÖZAL’IN özellikle televizyon haberciliğinin önemli olduğu ülkemizde yeni ve özel kanalların kurulmasının önünü açması son derce önemli bir gelişmedir. Öyle önemli ki sayın Özal’ın bir çok yanlış icraatlarını da buralarda öğrenme şansına sahip oluyoruz.

Bu bağlamda yukarıda bahsi geçen sosyolojik fay hatları bazan siyasi ikbal kaygısıyla körüklenmekte ve sosyolojik fay hatlarının derinleşmesine neden olmaktadır. Toplum olarak bu ayrışmaları körükleyen hiçbir siyasetçiye yada çıkar odaklarına pirim vermemeliyiz. Eşit yurttaşlık anlayışı içerisinde hukukun üstünlüğünü esas alıp demokratik toplum bilincinin yükseltilmesi ile de bu fay hatlarını etkisiz kılmalı ve yıkıcılığını engellemeliyiz. Devlet kendisine vatandaşlık bağı ile bağlı olan hiçbir gurubu üstün tutmamalı kimseyi de ötekileştirmemelidir. Hatta daha ileriye gidecek olursak bu ülke sınırları içerisinde olan her insanın(canlının) adalet istek ve arzusunu öncelikli meselesi kabul etmeli adaleti tesis etmelidir. Bunu sağlarken vatandaşlık bağı olup olmamasını bile göz ardı etmelidir.  Tek kriteri gerçek adalet olmalıdır. Bunu sağlamanın en temel yolu da laik ve bilimsel eğitimi benimsemekten geçer.

“Demokrasi çeşitli gruplar arasında bir iktidar yarışı olduğundan, halk adına iktidara talip olanların kendilerini halka tanıtmaları şarttır. İşte tam bu noktada medya devreye girmektedir. Halkın gören gözü, işiten kulağı, düşünen beyni ve konuşan ağzı olarak nitelendirilen medya, demokratik bir sistemin hem bir göstergesi, hem de teminatı olmaktadır. Medyanın demokratik sistemin göstergesi ve teminatı olabilmesinin temel şartı ise “özgür” olmasıdır. Bu bağlamda demokratik sistemlerde dördüncü güç olarak kabul edilen özgür medyanın sorumluluk ve işlevlerini yerine getirmesi, demokrasinin de tüm kurum ve kurallarıyla işlemesine olumlu katkı sağlayacaktır.” .”(Metin IŞIK “Medya ve Demokrasi Paradoksu)

Son söz olarak depremden hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet geride kalanlara acil şifalar ve can sağlığı diliyorum. Başta ülkemiz olmak üzere Allah’tan tüm insanlığı bu ve benzeri felaketlerden korumasını niyaz ediyorum. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla da 8 Mart Dünya Kadınlarının dayanışmasının artarak devam edeceğine olan inancımla günlerini kutluyorum.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER